Sayfalar

4.25.2011

Bir mütesettirin tatil güncesi



Muhafazakâr kesimin kapitalizme eklemlendiği en netameli nokta tatil. Peki tesettürlü bir kadının yaz tatili nasıl geçer? Hangi sularda yüzer, hangi kıyılarda boğulur? Sadece haşema onu deniz üstünde tutmaya yeter mi?



Varan 1: Esenköy'de denizanalı kadınlar plajı Yıl 1994. Yalova'nın Esenköy'ünde, kadınlar plajındayım. Çünkü örtülü bir kadınım. Çünkü yüzmeyi seviyorum. Benim gibi, kapalı olan ve kadın-erkek karışık plajlarda denize girmeyen kadınların çokça itibar ettiği bir yer burası. Fakat yine de gelenlerin yüzde 50'si tesettürlü değil; 'Başımın açık olması, halka açık bir yerde mayo-bikini giymemi gerektirmez' diyen kadınlar da burada. Büfeyi işleten bir teyze var; aynı zamanda plajın sorumlusu gibi. O kadar şirret bir hatun ki, sağ olsun, Esenköy sakinlerinin plaja açıktan seyretmeye meraklı tekne sahiplerini püskürtmüş durumda. Allah'tan plaj çok kötü. Kayalıklarla dolu, yerler taş, tek bir kum tanesi yok; çok denizanası var ve Esenköy denizine düşen her şey akıntı nedeniyle buraya doluyor. İyi ki böyle. Zira, iyi bir yer olsaydı, 'kamuya ait' deyip, 'Biz burada da denize gireceğiz' diye tutturan erkekler olurdu. Oysa şimdi buraya zaten kimse tenezzül etmiyor. Ben bir palet satın aldım, bu sayede çok hızlı yüzebiliyorum, kıyıdan iyice açılıyorum, kıyıdakiler karıncaya dönüşene kadar gidiyorum, orada kaya da, deniz anası da, ana da, yavru da olmuyor. İşte bu. Ölürken gözlerimin önünden geçmesini istediğim film şeridi, bu. Üç-dört yıl böyle sürüyor.




Varan 2: Balayında Bodrum ve Ölüdeniz 1. Evlendim, balayındayız. Nedense, Bodrum'dayız. Bir tekne kiralıyoruz. Amaç vakit geçirmek. Adamlar bizi gezdirirken, Ender (kocanın ismi) denize giriyor, ben de izliyor ve tekne demir attığı için kesilen esinti nedeniyle terliyorum. Sonra o kaptana ve yardımcılarına, "Karımın durumu malum, gördünüz yani, tesettürlü, ne yapabiliriz?" diye soruveriyor. Çok girişken. Kaptan "Ayıpsın kardeş, bizim de anamız bacımız örtülüdür, biz arkadaki odaya gireriz, bacımız rahat etsin" diyor. Oda dediği, iki metrekarelik penceresiz bir yer, ben "Olmaz, hayatta olmaz" diyorum, "Üç kişi oraya nasıl sığacak? Hem nasıl güvenebiliriz?" Bu kadar itiraz ediyorum da, kıyafetlerimin altına da mayomu giymişim, hatta 'her ihtimale karşı' yedek kıyafet almışım... Hani bir fırsat çıkar, bir şey olur... 10 dakika kadar denize giriyorum. Adamlar söz verdikleri gibi teknenin o minicik kâbus odasında bekliyorlar. Üç adam. İki metrekare yer. 10 dakika. Ne bencillik ama. Şu memleket evladına bu kadar çile çektirmek reva mıdır? 2. Ölü Deniz'de, kaldığımız otelin yunus balığı şeklindeki pedallı araçlarını sürerek, kimsenin bizi görmeyeceği kadar açılıyoruz. Yine tedbirli gelmişim. Suya atlıyorum. Biraz yüzüp dalıyorum. Dalgıç kıyafetli bir turist çıkıyor daldığım yerden. "Hello" diyor. "Hello" diyorum çaresiz. 'Efendim, yazılacak bir günah varsa, Ölü Deniz'in kör noktasında da olsan gelir seni bulur' oluyorum. Teselli buluyorum.






Varan 3: Kaptan pek tabii erkek, İsmail Türüt'le Rober Hatemo cabası! İstanbul yakınlarında hafta içi kadınlara hizmet veren bir kadınlar plajı varmış diye duyduk, sevindik. İrili ufaklı kalabalık bir kadın grubu ile birlikte Eminönü'nden kalkan vapura bindik; ben ve bir arkadaşım. Kaptan pek tabii erkek. Vapurun yarısı kapalı kadınlardan oluşuyor. Kaptan arkasını dönüyor, nasılsa bakmıyor diye, yol boyunca oynuyorlar. İsmail Türüt çalıyor, horon tepiliyor, Rober Hatemo çalıyor, sonra Tarkan. Habire oynuyorlar. Bir ara batacağız diye endişe ediyoruz. İndiğimiz yerde kum güzel, deniz de iyi. Fakat gün boyu tekneler kadın getiriyor buraya ve pek tabii tekneyi kullananlar hep erkek. Sahil şeridi geniş, en uçlara gittiyseniz onlarla karşılaşma ihtimaliniz düşük. Ama yine de hoş değil, güvenli değil, gidiş-geliş üç saat horon, kemençe ve İsmail Türüt de cabası. Buna dayanabileceğimi sanmıyorum. Bu kaptanın bir seyir defteri var mıdır, neler yazılıdır üzerine tahminler yürütüyoruz. Esenköy hepsinden iyi, Allah'tan Esenköy var.






Varan 4: Caprice'te kadınlar havuzu ve plajda ilk haşema sınavı 1. Yıl 1999. Esenköy kadınlar plajı kapanalı epey oldu. 28 Şubat sonrasında kadınlara mahsus bütün plajlar kapandı. O çürük çarık kıyıyı özlüyorum. '28 Şubat ve kadın bedenindeki izdüşümü'. Tez konusu olur valla. Yok canım, daha neler... Caprice'deyiz şimdi. İş toplantısı artı tatil. Kadınlara mahsus, kenarları brandalarla iyice çevrilmiş güvenli ve üzeri açık bir havuzu var otelin. Eşim plaja, ben havuza. Ama kadın havuzu bu kadar kalabalık bir kadın yekûnunu kaldıracak kadar geniş değil. Üstelik çalınan müzikler beni rahatsız ediyor. En iyisi Anna Vissi. Bangır bangır Mustafa Sandal, Kenan Doğulu, Serdar Ortaç, Sibel Can, Mezdeke. İnsanın walkman'inden kendi müziğini dinlemesi imkânsız, kenarda hem güneşlenip hem kitap okumak imkânsız. Tamam, King of the Convenience beklemiyoruz, tasavvuf müziği de olmaz burada, ama Paco de Lucia gibi, herkesi az çok memnun edebilecek şeyler torbaya mı girdi Allah aşkına? Başkalarının müziğine mahkûm olmaktan nefret ediyorum. 2. Ertesi gün ilk 'haşema'mı satın aldım. Otelde market-mağaza karışımı bir yer var, oradan. Hem havuz ortamına katlanamadım, hem de plajda tek başına denize girmekten sıkılan kocam ısrar etti. O kadar çirkin ki bu haşema, tarife lisan yetmez. Bir kere başlığı Ku-Klux-Klan'ın kukuletalarına benziyor (2007'de daha iyi modelleri var artık, o ayrı). Neyse ki zaten hamileyim, estetik filan düşünecek halde değilim. Yine de başlığını biraz usturuplu bir şekle dönüştürmeyi başardım. Deniz çok iyi, yandaki otellerden de gelen var. Ayağımdaki paletler ve o garip giysi ile gerçekten berbat görünüyorum ve işte, bir çocuk parmağıyla beni gösterip 'kral çıplak' diyor. Şöyle oluyor: Babasına beni gösteriyor ve "Baba, bu teyze neden böyle giyinmiş?" diye soruyor. Babası da "Parmağınla gösterme oğlum, çok ayıp" diyor, "O teyzenin kişisel tercihi" diye de ekliyor. Kibar adam. Ama o tercih filan deyince, o garip giysi tümüyle üzerime kalıyor. Bu giysiyi seçmekten başka bir seçeneğim olmadığı için, "Kişisel bi şey değil" gibi bir laf ediyorum. Karı koca sonradan çok gülüyoruz bu olaya, hatta espriye malzeme çıktı diye üzerine abanıyoruz bile denilebilir. Ertesi gün ben yine aynı kıyafeti giyip sahile iniyorum ama bu kez ortalarda Andersen masallarından fırlamış bir çocuk yok, büyükler de halden anlayan, insanı gıcık eden bir saygı içindeler, malzeme çıkmıyor. Komedi hafiften drama kayıyor. Kocam "Üzülme, zengin olursam sana bir ada alacağım" diyor. Kazandığını aynı gün yemeyi-dağıtmayı erdem addeden E.'nin ağzından ilk ve son kez duyduğum bir şey bu: Zengin olmak. İslami kesime zengin olma motivasyonu temin etme noktasında kadınların payı sandığımızdan da büyük. Ve tatil, mütedeyyin kesimin modern kapitalizme 'ailece' eklemlendiği en görkemli nokta. Hem kapanalım, hem denize girelim, hem konfor olsun, hem gazoz soğuk gelsin... Adamların eli mahkûm sanki; kapitalizmi dinileştirsinler ki kazanabilsinler; kazanabilsinler ki kapalı karıları mutlu olsun... Oy, oy, oy...




Varan 5: Palamutbükü'nde kimselerin olmadığı yalan! Çocuk büyüdü. Palamutbükü'nde sakin, hoş bir butik oteldeyiz. Knidos Butik Otel. Çocuk havuzda çok eğleniyor. Civarda tenha yerler varmış, 'Kimseler olmuyormuş ama kimseler...' diye duyduk geldik. Çok güzel kır kahveleri var sahi. Yüksek volümlü müzikler çalmıyor; Moğollar gibi, Erkin Koray gibi, hatta Üç Hürel gibi... 70'ten sonrasını saymayı unutmuş, iyi de etmiş bir yer burası. Balık lokantaları da iyi. Ama kimselerin olmadığı bir yalan. Ne kadar gitsek, ne kadar açılsak, birilerinin geçme ihtimali hiçbir zaman sıfırlanamıyor. Güvenli değil. Sonunda bir yer buluyoruz. O kadar dolambaçlı ve girift bir yoldan gidiliyor ki, varabilmek için bazı kayaların üzerinden atlamak gerekiyor. Çocuk kayalardan atlarken düşüyor nitekim, dizi kanıyor. Sonra unutuyor hemen. "Bu ailemle ilk tatilim, çok mutluyum" deyip durması, beni daha da üzüyor. Kabul etmem lazım ki, denize olan sevgimin maliyeti yüksek. Kendi kendine işkillenip her işareti hayra yorduğun ilk gençlik hezeyanları gibi, karşılıksız bir aşk bu. Kocam da sinir olmaya başladı. Örtülü olmam bir kaprise dönüştü. 'Ne yapsam, memnun olmuyorsun' un umutsuzluğuna gömüldü. Tatilde tesettür, konserin ortasında detone olan bir solist gibi. 'Sorumluluk' ve 'Allah'a söz vermiş olmak' gibi şeyler, 'tatil' ambiyansına hiç uymuyor. Beş yıldız adı altında bir tek, 'kadınlara özel havuz' sunan, bu hizmeti doğru dürüst sunamayan yerlere beş yıldız ücreti ödemek hiç de adil değil. Karışık plajlar da 'haşema'nın su geçirir, güneş geçirmez dokusuna, görsel boyutunun elverişsizliğine tosluyor.




Varan 6: Bodrum'da kadın kaptan: Dinimiz kocayı hoş tutmayı emreder! Yıl 2006. Bodrum'da, 55 yaşında bir kadın kaptan buldum. Ölen kocasından kalan küçük tekneyi işleten Ş. Hanım, dört gün bizim için çalışacak. Sabah çıkacağız yola, bizi tenha, kimsenin gelmediği koylara götürecek, ben, oğlum ve E. rahatça denize gireceğiz, akşam geri getirip bırakacak. Kaptan kadın olduğu için benim için sakıncalı bir durum olmayacak; Ender erkek olduğu için ve bir erkeğin örtünmesi elzem olan yerleri zaten mayo altında kaldığı için, Ş. Hanım epey yaşlı olduğu için, hem zaten benim dışımdaki herkes için hava hep hoş olduğu için... Teoride sorun yok. Pratikte var. Ş. Kaptan benim kendisini böyle bir hassasiyetten dolayı tercih ettiğim fikrine bir türlü ayamıyor. İstiyor ki müşterisini en güzel, en iyi koylara götürsün. Sorun şu ki, oraya varmamızdan yarım saat sonra başka kaptanlar da ağzına kadar dolu teknelerle gelip, burnumuzun dibine demir atıyorlar, o vakit ben saklanacak delik arıyorum. Ş. Kaptan'a "Bizi kötü, dalgalı yerlere götür, mühim değil" diyorum, "Yeter ki kimsenin gelmediği yerler olsun." Ş. Kaptan'ın beni iplememek için çok nedeni var: 'Ama beyin de iyi denize girsin, adam bütün yıl çalışmıyor mu, çocuk iyi denizde yüzse olmaz mı, bıdı bıdı bıdı' diyor (Benim de bütün yıl çalıştığımı biliyor oysa). Fakat baklanın can alıcı kısmını sona saklamış. Söylediğine göre, kendisine bir yıl kapalı gelen, ertesi yıl açık geliyormuş. Denizi, güneşi, yüzmeyi seven hanımlar fazla dayanamıyormuş kapalı kalmaya. Para da olunca artık... Çarşaflı gelen kadınlar dirayetliymiş ama. Onlar açılmıyorlarmış. Siz deyin aydınlanma, ben diyeyim tokat. Önemli tespitler bunlar. E. de "İyi dedin abla, ben de açacam artık bu kadını, gelecek yıl söz, açık getirecem" diye bir 'geyik' başlatıyor. Kadıncağız dalgaya maruz kaldığını anlamayıp, bir cesaret, aşk ile bir daha çalıyor: "Benim bir müşterim vardı, senin gibi böyle neşeli, tatlı dilli. Karısı da böyle senin karın gibi kapalı... Kaderi benzemesin. Adam gezmeyi eğlenmeyi severdi, kadın da ona uymazdı, herif gitti kendine böyle gezmeyi eğlenmeyi seven, sarışın, civelek uyumlu bir ikinci hanım aldı. Ara ara gelir ikinci karısıyla. Yaa kızım. Kapanmak iyi de, koca kısmını da üzmemek lazım. Hem dinimiz kocayı hoş tutmayı emreder diye bilirim ben şu kıt aklımla..." Ş. Kaptan'ı seviyorum. Hiç ticari zekâsı yok ve hiç Serdar Ortaç dinletmedi bize. Belkıs Özener çaldı, hiç değilse. "Müziği kapatır mısın?" deyince de terslenmedi. Lakin vakitlice susmayı bilmiyor, konu geyik meyik derken iyice bereketleniyor. Bir ara koca alıyor sazı: 'Anın içinde olmayan, Allah'a yol alamaz' gibi, 'Şükrü olmayanın kulluğu da su götürür' gibi, anlamlı anlamlı şeyler... Haydaaa... Yüzeyde kulaç atma hevesimin kursağımda kaldığı yetmemiş gibi, bir de derinleşeceğiz öyle mi? Allah'ın ipine sarılın diyor âyet. Güneş yağı ve deniz suyu ile karılmış, kumdan bir ipi kastediyor değil herhalde. Pardon. Ben sadece biraz yüzmek istemiştim. Sınırlarımı delmeden yüzmek istemiştim... Bu arada berbat müziklere maruz kalmadan yüzmek... Sorun değil. Keep walking. Bu son olsun.




Varan 7: Ben olmayınca sular daha berrak, kimsenin suyu bulanmıyor Yıl 2007. Alternatif turizm hizmetleri arttı diyorlar. Hatta komik yaygaralar kopuyor. Onlarca kadın küçük bir havuzda. Üç hizmeti beş yıldız fiyatına kakalamaca. Alternatif. Bildiğim bir hikâye. Fazla anonim. Bol kakofoni. Canım tatile çıkmak istemiyor artık. Bizim 'bey' de arada bir Solar Beach Club gibi yerlere gidiyor; erkek arkadaşlarıyla, erkek erkeğe kamp yapıyor, trekking'e merak sardı, Çamlıhemşin, yayla turizmi vs. Elinden geleni yaptı. Yorgunluğumu onun sırtına hamledecek değilim. İyi bir adam. 'I know what you did last summer' tadında bir gerilimi hak etmiyor en azından. Ne yapalım? Ölürken gözümün önünden geçeceğini umduğum film şeridi için, başkaca kareler bulurum ben de. Erkek gibi çalışırım, al sana kare. Üstelik güzel bir oğlum var. Bütün yıl yüzdü oğlum. Olimpik havuzda yüzme dersleri aldı. Sünger Bob kare pantolon izliyoruz birlikte. Ben aradan çekiliyorum ve görüyorum ki ben olmayınca, sular daha berrak, kimsenin suyu bulanmıyor artık. Bir zamanlar örtülü olmak hiç de kişisel bir şey değildi. Ama hayat artık çok farklı. Kışta ve yazda, işte ve evde, evlilikte ve tatilde. Artık hayat, kişiye özgü bir bencillik biçimi olarak algılıyor örtünmeyi. Oysa hâlâ, hiç de kişisel değil bu. Deniz'den ayrılıyorum, kendiliğinden oluyor bu. Nasıl derler, ilişkimiz yürümüyor...




NİHAL BENGİSU KARACA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder