Sayfalar

6.07.2012

İşte Kürtaj !




Dr. Bernard N. Natonson kürtajın uygulanış safhalarını bir filme çektirip yorumladı: 

”Kürtajın yapılma safhaları hassas aletler ve ultrasonla filme çekildi. Kürtajı yapan, evli olmayan genç bir doktordu. İki ayrı kürtaj kliniğinde çalışıyordu ve 10.000‘e yakın kürtaj yapmıştı.
Kendisinden filmin editörü olmasını istedik, kabul etti. Filmi seyretti, editör oldu ama odadan çıktıktan sonra bir daha kürtaj yapmadı . Kamerayla çekim yapacak kadın da özel olarak seçilmişti: Bu kadın kürtajı şiddetle savunan bir feministti.
Ancak kendi eliyle görüntülediği filmi seyrettikten sonra kürtajla ilgili konularda hiçbir tartışmaya katılmadı.

Filmde önce bebek ana rahminde rahatça hareket ederken görüntüleniyor. Kürtajı yapan kişi rahme müdahele ettiği zaman çocuk bir an dona kalıyor.
Müdahelenin aksi istikametine, rahmin diğer tarafına doğru kaçmaya çalışıyor.Kalp atışları 140′tan 200′e çıkıyor. Kürtaj yapan kişi çocuğu ararken çocuğun dehşetle ağzını açtığını görüyorsunuz. Sonra kürtaj yapan el ona doğru uzanıyor, çocuğun ağzı öylesine açılıyor ki, çığlık atışını filmde görebiliyorsunuz.
Kürtaj yapan kişi onu başından tutuyor ve başını vücudundan ayırıyor. 12 haftalık bebekten geriye birkaç doku artığı kalıyor.
Bu değişiklik kürtaj çeşitlerinden sadece birisidir. Kürtaj yapanlar anestezi uzmanı arasında gizli bir dil vardır.
Baş bir numara olmak üzere çocuğun vücudu numaralandırılıyor. Anestezi uzmanı kürtajı yapana soruyor: ’1 numara çıktı mı? Bitirdik mi?’ 
Kürtajı yapan ya da olmayı kabul eden insanlar acaba bir hayatı katlettiklerinin farkındalar mı?”
---
Kürtajı hikayesinin satırlarını bile okurken insan ürperdiği halde nasıl olur da hissettiği, yaşadığı bir şeyden dehşete kapılmıyor ve korkmuyor?
Aslında iş bununla da kalmıyor, insanoğlu vahşetini bir kürtajdan arta kalan ceninlerin kullanımıyla sergiliyor. Nitekim kozmetik firmalarının ürünlerine kürtajla alınmış bebeklerin ceninleri kullanılıyor. Başta Fransa’da kullanılmak üzere birçok 3. dünya üleksinden getirilen kürtajla alınmış bebeklerin kozmetik firmlarına satıldığı bildiriliyor. Bunun delili olarak da ABD ve Avrupa’da kamyonlar dolusu ceninin ele geçirilmesi gösteriliyor.
Kozmetik sanayinin imparatoriçesi yahudi asıllı Helena Rubinstein’in ürünlerinin reklamlarında ”cildin gen ve yaşayan hücrelelerle” güzelleştiği belirtiliyor.Gel gör ki bu ürünlerin yapımında kullanılan COLLOGEN adlı maddenin ceninden elde edildiği ya bilinmiyor ya da bilinmezlikten geliniyor ve zavallı güzellik düşkünü insanlar da ciltlerinin güzelliği için kullandıkları kozmetik ürünlerinin mayasında, katledilen bir hayatın var olduğunun farkında bile değiller. 
Yoksa aksi olarak ”Vahşetle güzellik olmaz” düsturundan çok mu uzaklar?
Dünya bu vahşette yüzerken Türkiye geri kalır mı? Araştırmalar Türkiye’nin gizli cenin cenneti olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim Türkiye’nin en büyük doğum hastanesi olan ismi bizde saklı kadın hastanesinde çalışan üst düzey bir yetkili kürtajla alınan ceninlerin kozmetik firmalarına satıldığını söylüyor. Adının açıklanmasını istemeyen yetkili kozmetik firmalarının kürtaj yapılan bütün hastanelere eleman gönderdiğine dikkat çekerek bu elemanların ceninleri satın alma işlemini son derece gizli yürüttüklerini ve bu ticaretten hastanelerden hayli yüklü gelir de elde ettiğini kaydediyor.


-----------------------------------------------------------------

Bu mu hakkınız? "Bedenime dokunma" diye kuduruşunuz bunun için mi? Katilsiniz yani? 
Sokaklarda tepinmeleriniz bunun için... 
Bir anlık bir zevk ve arkasından gelen nice eziyetler... 
PES. Pes doğrusu. 
Başka bir şey diyemiyorum.

8 yorum:

  1. Sadece bir şeyi merak ettim. Hiç bu yazı dışında araştırma yaptın mı burada bahsedilenler hakkında. Çünkü Kolajen yalnızca ceninden elde edilen bir şey değildir veya kolajen yalnızca kozmetikte kullanılan bir şey değildir. Ülkemizde kürtaj yasaklandıktan sonra tecavüze uğrayanlar, özürlü doğuracaklar veya anne olma psikolojisinden, durumundan yoksun ve nice kötü durumdaki kişi bebeği doğurmak zorunda kalacağını biliyor musun? Düşünsene annen bir deli ve tecavüze uğramış, üstelik özürlü doğacaksın! Gerçekten doğmak mı isterdin? Ya da bunu sormadım farzet. Çünkü ailesinde otizmden muzdarip olmayan insanların bunu anlayacağını asla düşünmüyorum. Yoksa şimdiye kadar empati kurmuş ve bu yazıyı yazmamıştın bile. Bir kadın olarak devletin sana yasak koyması gerçekten hoşuna gidiyor mu? Sen "Bedenime dokunma" diye kuduran insanların neyi savunduğunu hiç okudun mu? Ülkemizde 11 haftadan itibaren kürtajın zaten yasak olduğunu ve 10 haftalık bir ceninin öyle ağzı falan olmadığını insan bedenine benzemediğini biliyor musun? Benim istediğim tek şey iki tarafta bencil olmadan, empati kurarak birbirini anlamaya çalışsa, acındırmaları bi kenara bırakabilecek kadar yürekli olsa ve şu ülke yasaklar ülkesi yerine bilinçli insanların ülkesi olsa türbanlısı da türbansızı da herkes! mutlu mesut yaşasa... Bu kadar mı zor?

    YanıtlaSil
  2. Bu türban meselesi değil evvela, onu bir kenara koyalım.
    Bu kadınların tartışması gereken bir şey mi, o da ayrı bir konu. Belki de tıp tartışmalı.
    Ama herkesin bir fikri var. Bu yazıyı ben yazmadım. Kaynak gösterdim ve bu fikri paylaştım.
    -
    Annem bir deli ve tecavüze uğramış. Ve olması o çok zor olan ihtimal gerçekleşiyor: Hayatında bir defa tecavüze uğruyor ve hamile kalıyor. Benim inancıma göre, bir insanın yaratılması asla tesadüf değildir. Yaratıcım yaratırken bana sormadı, doğmak ister misin diye. Bana sonsuz bir yol katettirdi ve dünyaya geldim, sağlıklı bir şekilde. Şükür.
    Ama şunu da belirtmek isterim ki o kadar spermden sağlıklı olanın yumurtayla birleşmesi ihtimali belki 1000de 1, belki de daha az bir ihtimal. Yani, aslında sağlıklı doğmak bir mucize. Mucizenin eserleriyiz hepimiz.
    Otizmli, down sendromlu, asperger ya da bir başka şey... Bunu belirleyen biz değiliz. Sağlıklı olmamızı belirleyen olmadığımız gibi.
    Belki ailede biri, belki öz çocuğun engelliyse, bu senin imtihanındır. Onu en iyi şekilde yetiştirmek, belki cennetin anahtarıdır senin için. Hakkını verirsen.
    -
    Belki ben... Otizmli olacaktım, belki elim ayağım tutmaz dünyaya gelecektim... Onu sordun ya, öyle dünyaya gelmedim ama bir dakika sonrasında hala aynı ben olacağımı da bilmiyorum. Yarın sağlam kafayla uyanacağımı kimse garanti edemez. Demek istediğim, ben diğer insanlardan farklıysam, olacaksam ya da olduysam; burada elimden ne gelir ki? Artık öyleyim.
    Hem, engelli kişilerin cennette en güzel halleriyle karşımıza çıkacakları ve hepimizden daha saf, günahsız oldukları gerçeği de su götürmez.
    --
    Öyle veya böyle, eğer Allah oraya bir can koyduysa, sen kimsin ki muhalefet oluyorsun? Allah o canlıyı yarattıktan sonra sana düşen söz ne? Kimsin sen? Kim?
    Rızkı veren de Allah'tır. Allah yarattığı kuluna bakmayacak mı?
    --
    En aciz yaratık, nimetin en bol olduğu yerde yaratılıyor. Elma kurdu elmanın içinde... Sağa dönse nimet, sola dönse nimet...
    Daha fazla ne diyebilirim ki?
    Allah kuluna yeter.
    Ben teslim oldum. Allah'a havale...
    Vesselam.

    YanıtlaSil
  3. Üsteki yazının kaynak yazan yere kadar olan kısmını senin yazmadığını bildiğim yeterince açıktı yazdıklarımdan. Ben insanları katil olarak suçlarken, işte o yazdığın kısımdan bahsettim. Kolajen olayını da bilmiyorsundur belki diyerek eklemek istedim.
    Devam olarak şunu söylüyorum kadınlar zaten bu meseleyi tartışmıyor, tıp tartışıp sonucunu vermiş. O kadınlar bu sonuca uyulmasını istiyorlar. Ancak alakasız insanlar çıkıp dini kendi fikirlerine alet ederek(işte türban dediğim kısımda bunu anlatmak istemiştim) kadınların öz haklarını ellerinden alıyor. Benim yazında tek takıldığım nokta insanları katil diye suçlaman. Çünkü bir de bu yönden bak, böyle böyle durumlar var demek istedim. Yani durum bir zevk için nice eziyet çekmek olmayabilir. Herkes senin gibi düşünmeyebilir. Senin Allah'ın senindir. Başkalarına zorlatamazsın, dini devlet işlerine karıştıramazsın gibi şeylerdi. Ancak yukarıdaki yazıma cevaben fazla sabit dindar yanıtlar verdiğin için dediklerimin seni hiç alakadar etmediğini anladım. Benimki de benim fikrimi paylaşma isteğimdedi yani. Bunlara rağmen kalan yazılarını okumayı seviyorum. İlgimi alakadar etmeyen yazılarını görmezden geleceğim madem bundan sonra ^_^ cevap için teşekkürler. İyi günler.

    YanıtlaSil
  4. Allah derken? Ne zamandan beri kanunlar Allah inancına göre hazırlanıyor? Şaka yapıyor olmalısınız herhalde. Şu anda o çok sözü edilen "İleri Demokrasi" var ya hani, hah işte onda devlet her türlü topluluğun hakkını gözetmek zorundadır. Madem sen diyorsun ki "Öyle veya böyle, eğer Allah oraya bir can koyduysa, sen kimsin ki muhalefet oluyorsun? Allah o canlıyı yarattıktan sonra sana düşen söz ne? Kimsin sen? Kim?". Ben de sana diyorum ki; sen kimsin? Allah'ın kim ki benim üzerimde söz sahibi olmaya çalışıyorsunuz?

    Hayır madem dini inançlardan hareket ediyorsunuz, bırakın insanların "haram" işleme hakları ellerinde kalsın. Size ne? Zaten hesabını Allah sormayacak mı? Amacınız üzüm yemek değil bağcıyı dövmek tamamen.

    YanıtlaSil
  5. Sevgili Malkav,
    "Üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek" demek... :)
    Her koyun kendi bacağından asılmıyor, bunu biliyor musun?
    Ben bunu kendi aklımdan söylemiyorum. İnsanları iyiliğe sevk etmek, kötülükten de alıkoymak için bu dünyadayım. Yazılmış bir sürü kitap bulabilirsin bu konuyla ilgili. Ve en başta Kitap'ta bulabilirsin bu emri. Kur'an'da.
    Kanunlar Allah inancına göre hazırlanmıyor, çok doğru söyledin. Ah, ne kadar da yanlışlardayız! Keşke Allah inancına göre hazırlansaydı da insanlar huzur ve refah içinde yaşasalardı, dertsiz tasasız. Çünkü başımıza ne geliyorsa kendi kendimize yaptıklarımızdan geliyor. Mesela, yediğimiz acı bir yemeğin ardından midemizin ağrıması gibi... :) Ya da vücudun sindiremeyeceği bir yemeği yedikten sonra hazımsızlık çekmek gibi. Halbuki her vücudun, belki kan grubunun bir formülü var. Her bünyenin bir sistemi var. Ona göre hareket etsek, başımız ağrımayacak, değil mi? Midemiz, vs.
    İnsana zararı olmayan şeyler tüketilmeli. Canının istediği şeyler değil. Ha, sen dersen ki, "Yok arkadaş, ben canımın istediği şeyi yerim" işte o zaman o acıya katlanmak zorunda kalırsın. Benim vazifem de sana "Dur arkadaşım, bu sana zararlı, yanlış yapıyorsun" demek olur. Herkes kendi çalıp kendi söylemiyor. Yok öyle bi' dünya. Bir sistem zinciri var, ve kelebeğin kanat çıprışından fırtınalar çıkabiliyor. Anlatabiliyor muyum? Öyle kafana göre değil bu dünya. :)
    -
    "İleri Demokrasi" değil mi? Sen de tırnak içinde yazmışsın bak. :) Ne kadar da ileri (!)
    Herkesin hakkını gözetmek. İşte tam da anlatmak istediğim şey bu. Herkesin hakkı. Anne karnındaki bebeğin de hakkı. Dinsizin de hakkı, imansızın da hakkı. O "ileri demokrasi" henüz doğmamış bir bebeğin de hakkını gözetmeli değil mi? Henüz saf ve temizken...

    YanıtlaSil
  6. Sevgili Voodoo Baby, :)
    "Fazla sabit ve dindar" :)
    Doğru. Ama şu açıdan: Dini meseleler sabittir. Sana göre, bana göre değişmez. Değişirse, Hristiyanlıkta olduğu gibi ortaya bir sürü fikir çıkar ve en sonunda konsey toplanıp zar zor 4 tane İncil çıkarırlar insanların karşısına. İnsanlarda da genellikle araştırma, okuma filan gibi hasletler olmayınca kabul edip giderler. Belki ömürlerinde bir defa bile kendi dininin kutsal kitabını okumadan. Bu derin bir konu, oraya fazla girmeyeceğim. :)
    Fikrin için teşekkür ederim. :) Herkesin bir fikri var. Fikirler çok olduğunda farklılaşma, zenginlik ve haliyle tartışmalar çıkıyor zaten. Ve bunu seviyorum: Tartışmayı. Çünkü kendi içime bakıp, "Ne biliyorum ben ya?" demek hoşuma gidiyor. Düşüncelerimi gözden geçirip, yeniden düzenliyorum. İnancımla kıyaslıyorum. Kendime bir yol çiziyorum.
    Yani, kabul etmek, etmemek sana kalmış ama bunu yaptığım için sabit fikirli olmadığımı düşünüyorum.
    Mesela, verdiğin örnek çok güzeldi. Ya o çocuk down sendromluysa... Ya sakat doğacağı kesinse, ya tecavüze uğrayan kadın deliyse...
    Bunları düşünmek güzel. Çok güzel. Yanlış anlama, senden otorite ve senin fikirlerini yargılayan biri olmak değil amacım. Ama bunlar da bakış açılarını genişletmektir.
    Bunları düşününce, hayatta karşımıza çıkan zorlukların imtihanımız olduğu cevabı geliyor aklıma. Aslında sadece zorluklar değil, kolaylıklar da, önümüzdeki yollar da hepsi bir imtihan. Toprak olup gideceğini düşünmüyorsan, hatta reenkarnasyona inanıyorsan bile davranışlarına dikkat etmek zorundasın, öyle değil mi? Bir sonraki hayatında ne olacağını davranışların belirliyor çünkü. :)
    -
    Diyorum ve daha fazla uzatmıyorum. Teşekkürler. :)

    YanıtlaSil
  7. İnsanlar neyi savunduklarının farkında olmuyorlar bazen. Bir insan özürlü veya sakat doğabilir diye daha doğmadan öldürülmesi gerekmez. Buna biz karar veremeyiz. O zaman dünyadaki yaşayan bütün özürlüleri öldürelim. Sağlıklı bir insanın her an özürlü birine dönüşebileceğini de asla aklımızdan çıkarmayalım.

    YanıtlaSil